“Eli dursa ayağı durmayanları anarak...”

Eli dursa ayağı durmaz deriz, genellikle çocuklarımız için. Hareketli, kıpır kıpır, kurcalamayı, keşfetmeyi seven, sabırsız, her an her şeyi yapabilecek, başını derde sokabilecek gibi olanlarına... Sevgi sözü elbette. Rahmetli annem torunları için yaramaz demeyi kendine yakıştıramaz, böyle derdi, nur içinde yatsın. Ben bu deyimi hep makine imalatçılarına yakıştırdım; hep onlardan umdum, bekledim. Mütemadi hareket, biteviye devinim! Bir şeyleri birilerinden önce düşünüp hayata geçirmek ve bunu sürekli kılabilmek için zehir gibi bir kafa ve yerinde duramayan bir beden. Böyle olduklarını da her fırsatta görüyor, bu sektörün bir üyesi olabildiğim için de kendimi şanslı addediyorum.

Fikri mülkiyet haklarının ihlalinden en muzdarip sektörlerden biri makine imalatı, kreatif bir endüstri ve fikrinin korunmasını bütünlüklü bir şekilde sağlayacak hiçbir yöntem de dünyada tesis edilemiyor. Tersine mühendislik diye tabirleşen eylem -kopyacılığın kibar ismi- sektörün iç dinamikleri içinde eriyip giderken, Ar-Ge ve inovasyonun da temel dürtüsünü oluşturuyor. Bir imalatçı üretim bandındaki bir makinenin birkaç versiyon sonrasını tasarlamıyorsa işi zora giriyor. Sadece kendinin değil, müşterilerinin de öyle. Yani elinde kopya edileceğinden neredeyse emin olduğu bir imalat, kafasında ise gelecek ayların, senelerin tasarımları. Durmuyor, duramıyor. Sektör dünyanın en büyük ticaret hacimli ve katma değerli sektörü, rekabet yoğun ve devletlerin örtülü açık destekleri de dahil her türlüsü var. Çünkü her ülke kendi makineleri dünyada en çok satılsın, müşterileri teknolojilerine mecbur kalsın istiyor.

Gözle görünmez bir bilinç, kabullenme veya kabul edilme eşiği sebebiyle; iş yatırımcı veya firma ölçeğinden çıkıp genelde sektör veya ülke ölçeğine dönüşüyor. Böyle olmasının gerisinde; bir ülke sektörünün çıkardığı markaların çokluğu, ülkenin imajı ve istikrarı, makinenin arkasındaki fikri ve nakdi sermayenin kalıcılığı gibi gerekçeler var. İşte böyle anlarda, “eli ayağı durmayanların” hep birlikte bir şeyler yapmaları lüzumu ortaya çıkıyor. Hele bahis konusu ülke, Türkiye gibi, gayri safi milli hasılasının yüzde 10’dan fazla kısmını makine teçhizat yatırımlarına, dünya ortalamasının iki misli hızla aktarmakta olan, dünyanın en büyük makine pazarlarından biriyse. Hele bu ülke senede 36 milyar dolarlık, son 20 yılda da 500 milyar dolarlık makine ithal edip hala gelişmekte olan/kalan bir ülke ise. Ve yerli imalatçıları, firmaları 100-150 yıllık, dernekleri 90-100 yaşında, 3 trilyon Euro’luk pazarı çoktan paylaşmış, ileri ülke dediğimiz rakiplerinin içerideki dışarıdaki bütün baskılarına rağmen ilerleyebilmişlerse.
Bir şeyler yapılması gerekiyordu ve yapıldı da. 25’den fazla segmenti olan bir büyük sınai alan nakış gibi işlendi. Kah devletin muhatap ihtiyacı ve hatta ricası, kah lider firmaların, duayen imalatçıların meslek ve ülke aşkı ile büyük kısmı 1990-2010 yılları arasında hemen bütün ihtisas dernekleri kuruldu. Bu sene mutad tevazuumuz içinde 20. yaşını kutladığımız Makine ve Aksamları İhracatçı Birliğimiz ve peşinden Türkiye Makine Federasyonumuz sektörel yaşam içindeki yerlerini aldılar. Eli ayağı durmayanlar uslu birer çocuk olup ödevlerini yaptılar. Bugün, bu ülke, son 3 yılın bütün küresel musibetlerine rağmen makine imalatında ve ihracatında rakiplerinin hemen tümünden imrenilecek hızda ayrışıyorsa bunun arkasında ödevlerini yapanların gücü, kararlılığı ve inanmışlığı var. Dünya Gazetesi Büyüme Makinesi Eki’nde, bu hayati meseleye kendilerini adamış pek az arkadaşımızın düşüncelerine yer verebiliyor olmakla birlikte ilk baskısını 2014 yılında yayınladığımız ve hali hazırda güncellenmekte olan Sektörel Örgütlenme Tarihi kitabımızda deyim yerinde ise 32 kısım tekmili birden mevcut. İlginizi çekeceğini düşündüğüm ve rüşdünü ispat etme mücadelesi verecek sektörlere de örnek olabileceğini düşündüğüm bu renkli resmigeçitte yeri olan herkese minnettarız.

“Türkiye’nin Makinecileri Ülke Menfaati ile Özdeştir”

2010’lu yılların hemen başında Makine Sanayi Sektör Platformunda 30’dan fazla sektörel örgüt bir araya gelmiş, üst yapılanma için uğraşıyorduk. 15 kadar derneğimiz AB’nin 20’den fazla federasyonunda bayrak gösteriyordu; komitelerde yürürlüğe girecek mevzuatlar üzerinde çalışıyor, aldığımız teknik ve ticari bilgiyi üyelerimize aktarıyorduk. Derneklerimiz çok genç ve etkindi; yönetim kurullarında idik, başkanlıklar yapıyorduk fakat tepe örgütü konfederasyonda temsilcimiz yoktu. Bir üst markaya, bir üst yapıya ihtiyacımız vardı; Türkiye’nin Makinecileri ve MAKFED birlikte doğdular.

Öyle bir marka olmalıydı ki, sadece yaptığımız işi ve iddiamızı değil; makinelerin arkasındaki insanı, uyumu, bütünlüğü ve dayanışmayı simgelemeli idi. Felsefesi zaten çok güçlü idi; logosu da öyle oldu; Türkiye’den yükselip bütün insanlığa hizmet edecek bir sektörün aydınlığı resmedildi. Sektörün bütününe teşmil olan Türkiye’nin Makinecileri markasının gerisinde yabana atılamayacak kadar uzun ve sağlam bir hikâye var. Alt sektörlerinin tamamı dernekleşme süreçlerini tamamlamış, bir araya gelerek kurduğu ihracatçı birliği ve federasyonunun çatısı altında yurtiçinde ve yurtdışında tek ses olan bir sektörün hikayesi...

Çünkü bizim dünyamızın sivil örgütlerinde firmaların ve bireylerin değil, ülkemizin ve sektörümüzün menfaatleri konuşulur. Bu örgütlerde görevleri; yıllarca kendi alt sektörleri için çalışan, ortak bir kültürü mas etmiş arkadaşlarımız üstlenir. Katkıcı, katılımcı ve paylaşımcı bir dayanışma ile de yönetici kadrolarımız her geçen yıl biraz daha zenginleşir, çeşitlenir ve büyür.
Hemen bütün derneklerimizin tüzüklerinde de benzer şekilde ifadelerini bulduğu gibi, İhracatçı Birliklerinin Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun’da birliklerin görev tanımları arasında ilk sırada şu madde gelir: “Dış ticarete ve yurt dışı hizmetlere ilişkin konularda çalışmalar yapmak, bu kapsamda; kamu kurum ve kuruluşları, sivil toplum kuruluşları ve ulusal ve uluslararası kuruluşlar nezdinde üyelerinin menfaatlerini ülke çıkarları çerçevesinde koruyucu ve geliştirici çalışmalar yapmak.” Bu tanım içinde geçen kavramlardan bizi en net şekilde tanımlayan, şüphesiz ki ülke menfaatleridir. Sanayicisinin teknik imkanlarını geliştirmeyi, üretimi ve her sektörde uluslararası rekabeti kendine amaç edinen bir faaliyet alanı için ülke menfaatleri doğal bir önceliktir.

Biz bu amaçla, bazen de biraz ısrarla, temas kurduğumuz her kişi ve kuruma makine sektörünün desteklenmesinin, Türkiye’nin kalkınmasının ve sürdürülebilir refahının ihmal edilemez unsuru olduğunu anlatmaya çalışıyoruz. Kendi makine sanayisini desteklemeyen ve yabancı marka ve teknolojiye bağımlı olarak gelişen endüstrilerin küresel rekabette rakipleriyle baş edemeyeceğini ifade ediyoruz. Bunun sadece iç pazardaki payımızı korumakla bir ilgisinin olmadığını, teknolojik odaklanmanın ve teknolojik yerlileşmenin, hasılı topyekün bir girişimcilik, üretim ve yenilikçilik ekosisteminin temel koşulu olduğunu tekrarlıyoruz.

Üstelik bizi farklı kılan bir özelliğimiz daha var: Biz sanılanın aksine, yerlilik oranı çok yüksek bir sektörüz. Yerlilik oranımız yüzde 76 ile ancak Almanya gibi yüksek teknolojili ülkelerin yakalayabileceği bir seviyede ve makinenin alt ürün gruplarının neredeyse tamamında çok güçlüyüz. Eğer Türkiye hedeflendiği gibi, ihracat geliri yaratan ve cari fazla veren bir ekonomi olacaksa, bu modeli başarıya taşıyacak olanlarız.

“Sürdürülebilirlik Alanında Yeni Bir Marka Üzerinde Çalışıyoruz”

Dünyada pandemiden en güçlü dönüş yapan sektör makine imalat sanayii oldu. Makine üretiminde en hızlı büyüyen ülkelerden Türkiye de son iki yılda yüzde 42 civarında büyüme sağladı. Pandemi sonrasında, firmaların yeni kapasite yatırımları ile yeşil ve dijital dönüşüm konusundaki ihtiyaçlarının makineye küresel talebi artıracağını ve bu sürecin tahminen iki yıl daha süreceğini düşünüyorduk fakat savaş süreci başladı. Buna rağmen, yılın ilk yarısında, sanayi üretimi alanında yüzde 14,6 büyüme gösterdik. Yılın üçüncü çeyreğinde ise bu büyüme yüzde 8 olarak gerçekleşti.

Dünya ortalamasını ikiye katlayan cazip bir ülke olarak, biz aslında uzun zamandır rakiplerimizin odağındayız. Makine üretim ve dış ticaretinde sergilediğimiz performansla, uzun zamandır rakip ülkelerin makine sektörlerinin gelişim hızının üzerindeyiz. Öyle ki, Türkiye’nin toplam ihracatı son 20 yılda makine sektörü artışı kadar hızlı artabilseydi, bugün toplam ihracat 450 milyar doları bulabilirdi. Makine sektörünün başarısı 20 yıl önce 2 milyar dolar olan ihracatını bugün 23 milyar dolara ulaştırmış olmasından çok, bu sürecin hemen tamamını serbest ithalatın ezici baskısı altında geçirmiş olmasındadır.

Türkiye, üretimin güvenliği ve verimliliği bakımından AB’ye fevkalade avantajlar sunuyor. Makine imalatçılarımız, dünyayı yakından takip ederek ileri tekniklere adaptasyonda şu ana kadar ciddi bir hazırlık yaptı ve birçok işletmemiz, bu konuda aldıkları mesafeyi ortaya koyacak sertifikasyon sistemlerinin hayata geçmesi için şimdiden sabırsızlanıyor.

Türkiye’deki işletmelerin riskleri önceden görerek zaman kazanması ve yeni iş birlikleri için vaktinde hazırlık yapması konusunda oluşan farkındalıkta, makine sektörünün ciddi bir rol oynadığını rahatlıkla söyleyebilirim. Uluslararası düzeydeki organik bağları sayesinde özellikle AB mevzuatındaki gelişmeleri başından itibaren yakından takip eden, mevzuatları çabuk kavrayıp üyelerini zamanında bilgilendiren, hatta makinelerinin enerji verimliliği ile ilgili bilimsel araştırmalara kaynak aktarmaya da gayret eden alt sektör örgütlerimize de tekrar teşekkür ederim. Makine İhracatçıları Birliği olarak, sanayicilerimizin ufkunu açacağına inandığım Sürdürülebilirlik Eylem Planımızı da yepyeni bir marka çatısı altında sene bitmeden açıklayacağız. Böylelikle hem AB mevzuatında önemli başlangıçların meydana geleceği 2023’e donanımlı girecek hem de Yeşil Dönüşüm konusunda nerede durduğunu veya dönüşüme nereden başlayacağını bilmeyen herkese pratik yöntemler önereceğiz.

“Türkiye’nin Makinecileri’ne Varlığıyla Değer Katan Herkese Teşekkür”

Makineciler olarak, hep birlikte adım adım geliştirdiğimiz bu deneyimin gerisinde, görevlerini bize gönül rahatlığı içinde emanet eden büyüklerimiz ve onlardan aldığımız sektörel terbiye olduğunu biliyoruz ve bilinsin de istiyoruz. Onların Türkiye’nin kalkınmasında stratejik önemde gördükleri makine sektörüne nasıl tutkuyla bağlandıklarına, işlerine aileleri kadar sahip çıkarak sektörü bugüne nasıl taşıdıklarına birçoğumuz şahidiz.

Bu örgütlülüğün sapasağlam kalmasında ve birlikte Türkiye’nin Makinecileri markasını kurup yükseltebilmemizde adını saymakla bitiremeyeceğim kadar çok kişi ve kurumun katkısı var. Kurdukları derneklerin, emek verdikleri sektörün bugün ulaştığı seviyeyi görmeye ömürleri vefa etmemiş büyüklerimizi rahmet ve minnetle anıyor, Türkiye’nin Makinecileri’ne varlığıyla değer katan, ortak bir dil, ortak bir kültür oluşturabilmemize destek olan herkese, başta eli
dursa ayağı durmamış olanlar olmak üzere teşekkür ediyorum. Makine İhracatçıları Birliğimizin 20. kuruluş yıldönümü kutlu olsun!